30 Haziran 2012 Cumartesi

Big Ben ile başlayan turumuz...

Aslında turumuza Piccadilly Circus'tan başladık. Chinatown'a gidip bir yemek yedik ve bira içtik. Enerjimizi aldıktan sonra da başladık yürümeye. 

İlk günümüzde şansımıza hava gerçekten çok iyiydi tahminlerde yağmur görünmesine rağmen. Aman işte Londra havası, sağı solu belli değil. Bir günde 4 mevsim, olayı bu.

Bu bölümde Big Ben'deyiz. 





öpmeye doyamadım..! :P



London Eye

London Eye'a 4. günümüzde bindik. Madame Tussaud Museum ile kombinasyon bileti alarak biraz daha ucuza geldi. Normal şartlarda ve bence pahalı bir aktivite. 20 pound.

Olayı nedir derseniz, çok yavaş ve ağır bir şekilde dönen bir dönme dolap ve yüksek noktadan bir Londra manzarasını izliyorsun. Ama benim gördüğüm görebileceğim sadece House of Parliament oldu ve sadece onun güzel fotoğraflarını çekebildim. Kalan gördüklerim de Londra merkezde, gereksiz şehri çirkin gösteren, ne yakından ne uzaktan güzel bulabildiğim gökdelenlerdi. Onları da çektim tabii ki binmişken ama tamamı estetiklikten uzaktı.








İçerisine bindiğimiz kapsülde nerede ne var, nereye bakınca ne görebilirizi anlatan bir cihaz vardı. Büş-Sim onları keşfediyorlar...

Bu kadar insandık işte kapsülün içinde...













St. James Park

St James Park yine Londra'da en beğendiğim parklardan birisi. Muhteşem manzaralar yakalıyor insan her köşesinde. En etkileyen de sanırım Trafalgar Square gibi bir meydandan Big Ben'e yürürken, sadece 3 dk sonra, bu kadar merkezi bir yerde böyle bir doğa ile içiçe gelebilme imkanı... Zaten bütün büyük ve güzel parklar Londra'nın en merkezi yerlerinde. St James Park da bunlardan sadece bir tanesi ve görülmeye değer olanlarından biri.

Biz de ilk gün havanın bizim lehimize açmasından yararlanarak hiç planımızda yokken, güneşi görünce daldık parka. İyi ki de girmişiz, çünkü kalan 3 günümüzde hava hep yağmurlu ve de soğuktu.  En azından bir park gezebildik.








Büş sen beni birgün öldüreceksin:)))




gerçekten öldüreceksin:))












PubsinLondon


Aslında bu bölüm en zengin bölüm olmalı ama insan her gittiği yerde şak diye çekemiyor bira içerken. daha doğrusu ben pek beceremiyorum o işleri içerken... neyse ki arkadaşlarla çektik biraz ama çekilecek ve görülmesi gereken o kadar çok pub var ki, biz sadece 4 tanesini çekebilmişiz.

Pub'ların her biri ayrı muhteşem! her pubda farklı biralar var, yani normal marka olarak. ortalama 5-6 bira çeşidini bir pubda bulabilirsiniz. bazı publarda ise çok daha zengin, neredeyse tüm dünya biralarını bulabilirsiniz. kimisinde de normal biraların yanısıra sadece o pubda bulabileceğiniz özel üretim biralar veya kendilerinin yaptığı biralar var. işte onlar gerçekten lezzetli.

Brew Dog'ı Gökhan sayesinde keşfettik. Kendisi Kimya Mühendisi ve daha önce de bize bira yapmışlığı ve içmişliğimiz vardır. Bizi engin bira deneyimleriyle hep aydınlatır. İçtiğimiz biraları inceleyip bilgiler verir. Brew Dog da gerçekten çok özel, gerçekten farklı bir tat ve haz veren biralar yapan bir pub. Çok da orijinal bir ambiyansı var. Yer: Camden (Ama o turistik caddesinin üzerinde değil)

Bira menüsü gerçekten çok zengin. Denedikçe deneyesi geliyor insanın. %19 alkol oranlı biraları bile var. Yani tek birayla kafanı yapabilirsin;)


ısırıcam ama yaaa:)))

işte iki ayyoş!


  




tabii ki Hard Rock Cafe... Gördüğünüz sıra sadece gerçek sıranın bir kısmı ve bu sıra sadece bu barda cafe'de yemek yiyebilmek için. Biz yemeğimizi yemiştik ve sadece bar kısmında birer bira içmek için içeri girdik. Tabii ki sıra beklemeden;)


bu nasıl bir foto ya! ben bir kantocuyum, hollanda'ya turneye gitmişim, hollandalı arkadaşımla bira içiyorum, kafam da çok güzel ahahah:)))




İşte bu biraya da bayıldım. Acayip bir lezzet! Gökhan da farklı bir bira içmişti o sırada. Henüz fermantasyonu tamamlanmamış, içinde parçacıkları hala duran bir bira. Onun da tadı şahaneydi!